Halil Serdar Girgin, Türk Hava Yolları’nda “kaptan pilot” olarak görev yaparken arkadaşları ile yaptığı bir motorsiklet gezisi esnasında geçirdiği bir trafik kazasında hayatını kaybetti. Hayatının baharında, mesleğinin en verimli çağında, 53 yaşındaydı… Ben dahil bu camiadaki bir çok kişinin ortak anısı olan, gerçekten iyi bir pilot ve yetişmiş bir insan olan Serdar’ın kaybından dolayı olan üzüntü ve özlemimiz çok büyük, kendisini saygıyla anarken kederli ailesine sabırlar dilemekten başka elimizden gelen bir şey yok.
Kazayla ilgili bir bilgimiz olmadığı gibi, bu elim olayı tekrar gündeme getirip yarayı kaşımak gibi bir niyetimiz de yok. Ancak; kulağımıza gelenlere dayanarak olayın dikkatsizlikten ve süratli sürüşten kaynaklanmayıp, sürüş anında geçirildiği varsayılan bir sağlık sorunundan dolayı oluştuğunu söylemek mümkün.
Bu durum pek bilinmedik bir şey değil ve bizi ister istemez çok eskilere götürüyor. Daha sivil havacılığın, sadece bir aile şirketi görünümündeki THY ile emeklediği dönemlerin sonu olan 80’lerin ikinci yarısında büyüme, değişim ve endüstriyel kimlik kazanması sonucu konunun “insan” tarafının hazırlıksız yakalanıp değişen koşullar nedeniyle sendelemeye başladığı günlerin tekrar hatırlanması ve hatta iyi anlaşılması gerekiyor.
Olayı basitleştirerek anlatırsak acaba yeni nesil anlar mı bilmem ama şöyle örnekleyebiliriz; mesleğin ve mesaisinin amatörce yapıldığı, işin sadece keyif alınıp para kazanıldığı günler fazla geride kalmadı. Ama konvensiyonel uçaklardan glass cokpit’e geçiş ve böylece başlayan süreç içinde özellikle long haul uçuşlarının ortaya çıkardığı sorunlar tüm olumsuzlukların başlangıcı oldu.
Yeni nesil uçakların eğitimini takip etme esnasında karşılaşılan mesleki sorunlar, çoğunluklu lisan zafiyeti ile birleştiğinde konuya adapte olamayanların başbaşa kaldığı stresli ortam ile birlikte saat farklılıkları nedeniyle ‘biyolojik ritim’ bozukluğu, dolayısıyla doğal sonuç ‘accumulated fatique’ ve ‘acclimatised’ görev dönüşleri, özellikle pilotlar olmak üzere tüm uçuş ekiplerinin sağlığını ciddi riskler altına soktu. Yani; sivil havacılık, bir endüstri haline gelirken, insan faktörü ve adaptasyon süreci görmezden gelindi. Acımasız kapitalizm, bizim gibi insanı ve emeği yok sayan zavallı ülkelerde endüstriyel ilişkinin olmazsa olmazı “emek-sermaye” ve “işçi-işveren” karşıtlığına dayalı şablonunun hayata geçmesine izin vermezken, işbirlikçileri vasıtasıyla “para vermeseler de uçarız”cı sahte şirket ve vatanseverler yarattı.
Peki uçucular tehdidi altında oldukları riskin ayırdına varabildiler mi? Çoğu varsa da, gerekli cesareti gösteremediler ve hala da gösteremiyorlar. Ama bu arada bir kısım işbirlikçi, sendikalarının kendileri adına verdiği hukuksal mücadelenin yasal bir ayağı olan grev oylamalarında işverenin görevlendirmesi ve zorlaması ile kendi meslektaşlarına “greve ‘hayır’ oyu verin” diye baskı yapıp, masum insanların gelecekleri ve sağlıkları ile oynarken “bana bir şey olmaz” yanılgısıyla kendilerini de yaktılar.
İşte süreç böyle başladı ve ilk andan itibaren başta kanser ve kalp rahatsızlıklarından kaybettiklerimizin sayısını aklımızda tutamadık. Aslında çoğunu anımsıyorum, çünkü; 90’lı yılların başında “Talpa-Sendika” birlikteliği ile verdiğimiz mücadele esnasında hepsini gündeme getirmiştik. Çoğunlukla yorucu mesai dizileri sonucu birikmiş yorgulukların neden olduğu kayıpların, vücudun dinlenmeye geçip irade üzerindeki iş stresinin kalkmasıyla ortaya çıkması bilimsel bir gerçektir. Bu nedenle, mesai sonu otele geçmiş ya da izne ayrılmış meslektaşlarımızın başlarına gelenler hala belleklerimizde.
Eşi ve çocukları ile uzun ve mutlu bir yaşamı hak ederek yaşayıp, ülkesine daha uzun süreler hizmet edecekken aramızdan ayrılan Serdar kardeşimizin ne kadar görev yapıp, ne kadar izin yapabildiğini, üzerindeki iş yükünün onda yaratmış olabileceği stresi ve diğer olumsuzlukların ne olabileceği konusunda bir bilgimiz yok. Zaten bu konular, varsayılan meslek örgütleri Talpa ve Sendikanın görev alanına girer. Bizimki, sadece yıllara varan deneyimlerimiz.
Gerçekten de bu örgütlerin işlevleri konusunda umutlu muyuz? Yoksa varlıklarını bile unuttuk mu? Hak arayan işçilerin hapse atıldığı, maden kazalarının son bulmadığı, canların trafik kazalarında heder olduğu, terörden yitirdiğimiz gençlerin gazete köşelerinde bile yer almadığı, 6 milyon asgari ücretlinin açlıkla savaştığı, eğitimin duvara tosladığı, iş kaybetme korkusunun herkesi sardığı, iş yerlerinin kapandığı ve ekonomi tam anlamıyla çökerken israfın had safhaya geldiği bir gerçek iken, yönetimi zaptedenlere göre ülkemiz uçuşa geçmiş durumda... Eh, kimsenin bir itirazı olmadığına göre demek ki, muktedirler haklı!
İtiraz deyince aklıma geldi; birkaç gündür cılız da olsa “Pilotun Sesi” diye bir çıkış takip ediyoruz. Anlaşılan yaklaşan Talpa seçimine bir grup daha hazırlanıyor. Sürecin, koşulları ve sorunları sorgulayıp çözüm üretmede irade koyabilen bir yapı oluşturması hepimizin ortak arzusu olmalıdır. Gerçi mevcut yönetimin başkanı Ayhan kaptan, geçtiğimiz yılın başında iki ayrı çıkışla sorunları konusunda kamuoyuna açıklama yaptı. Bana göre çok önemli ve çağdaş ülkelerde olsa ciddi olarak enine boyuna irdelenecek bir “traveling public” sorunu olacak bir açıklamaydı.
İlki, 26 Nisan Pilotlar günü kutlamasının yapılmayacağı ile ilgiliydi ve Ayhan Kaptan aynen şöyle diyordu; “Üyelerimizin içinde bulunduğu koşullar dolayısıyla, bu yıl kutlama yapmayı uygun görmüyoruz” ve ikincisi de bir süre sonra yapıldı ve açıklamada pilotların yorgun uçtuğundan söz edilirken, çalışma koşullarının zorluğuna vurgu yapılıyordu.
Burası nasıl bir ülke ve biz nasıl bir toplum olduk? Pilotlar adına en yetkili ağız konuşuyor ve insanlara; “Biz uçakları yorgun ve mutsuz ve aynı zamanda çok zor koşullarda uçuruyoruz” diyor, ama kimsenin çıtı çıkmıyor. Toplum güvenliği ve sağlığından sorumlu bir yetkili çıkıp da, “gel bakalım kardeşim, sen ne demek istedin” diye sormuyor. Ya o, sözde tüketici hakları sorumluları, sivil toplum örgütleri ve muhalefet partileri nerede? Hepsi kendi gündemleri arkasında ağızları açık dolaşıyorlar.
Demek ki; kapitalizmin kucağında uluslararası tefecilere bir genelev sermayesi gibi sunulan halkın mensubu olmanın bedeli buymuş. Onların burdaki temsilcileri sizleri korkutup köleleştirirken bunun adına “büyüme ve ilerleme” deyip fedakarlık üzerine fedakarlık isterler, ama canınız pahasına yaptığınız fedakarlık ve gösterdiğiniz çabanın ne size, ne de ülkenize bir yararı olur. Hala buna inanmıyorsanız etrafınıza iyi bakın.
tempo 12 Aralık 2018 Çarşamba 15:15
|
M.K 12 Aralık 2018 Çarşamba 07:17
|