kedi 7 Nisan 2014 Pazartesi 11:03
trafoda internet bağlantısı yoktu arkadaşlar aşağıda kıyametler kopmuş haberim olmadı. partilerle, seçimlerle pek işim olmadığından miyavlayarak serserilik ediyordum, dolaşıyordum trafolarda falan:) ama yeminle söylüyorum ki elektrik kesintileriyle bi alakam yok! şimdi zaten uzun süre trafoya çıkmam valla! mahallede dolaşırım daha şenlikli zaten… ne diyim sevgili “başkentli”, faruk bey yazmış yine güzelce; insanlarla temas da ederek gözlemlerini, çıkan sonuca da isyanını aktarmış içtenlikle. ben de baktım ortalık toz duman, üstüme kalacak “karanlık”, senin de uyarınla kuyruğumu kaldırıp masa başı okumalarıyla anlamaya çalıştım olup biteni. fikirlerine güvendiğim sosyolog ali akay yazısı iyi geldi. fotoğraf olarak son balkon konuşmasına bakarak “tarihte devletlerin ortaya çıkmasıyla, despotun “kendisine tanrısal bir sülale” bulup “despot-kral veya lider” olarak var etmesinden söz eden cümlesini mahallenin taşlarına yazdım:) aslında şaşırmamamız gerekti ve ali akay’ın yazısı belki bildik bazı şeyleri hatırlamak için önemli geldi. (ali akay seçim sonuçlarını seçmenin ekonomik tercihleriyle açıklama gayretlerine ve sanki ekonomikmiş gibi de görünmesine “kapitalizm, her türlü akışkanlığın denetlemesini düzenlemiştir” tespitiyle karşı çıkarak “siyasi” olduğunu söylüyor. iktidar kredi kartları, cep telefonları, banka hesaplarıyla “özgür”leştirdiği, sağlık sigortalarıyla “iyileştirdiği” yani kendisine borçlandırdığı bireyi, borçlu ve kredili olarak merkezileştirip denetler. devletler aileden başlayarak iktidar ağıyla örüp inşa ettiği toplumsalı, ticaret para, mal ve emeği merkezi denetim altına alır.) bu özet açıklamalar ışığında bu denetim mekanizması ve iktidar ağı içinde, “baba otoritesi ve siyasi otorite”nin aile modeli üzerinden kurulduğu bu “kulluk rejimi”nde seçimler nasıl yapılır; “özgür irade”, “milli irade” neme nem bir şeye benzer, nelere tekabül eder düşünmek gerek. en özgür gibi duran alanların nasıl siyasi olarak kontrol edildiğini ciddi düşünmek gerek. partiler, kendisine “muhafazakar” ya da “demokrat” ya da “halkçı” desin fark etmez, “despot-kral veya lider”in paravanı mıdır o halde? ve "o halde ne diye durmadan seçim sandığına gidip duruyoruz” diye sormak gerek artık. artık bu kokuşmuş, sonucu belli, “ahlakın soy kütüğünün bir parçası olarak tanrısına ödemek zorunda olduğu borç üzerinden geliştirilen mekanizma”nın içinde yer almaktansa gündüz vassaf’ın da önerdiği gibi mesela “gezi” gibi platformlar, yatay örgütlenmeler gibi farklı mücadele alanları, biçimleri geliştirmek gerek bence. "babalar babalıktan sessizce çekilmesini bilmelidir abiler" demişti ece ayhan. “baba”nın çekileceği yok. despotluk baki! ama “oğullar oğulluktan çekilmesini bilmelidir abiler” de demiş ece abimiz. “kulluk rejimi”nden ancak böyle bir zihniyet değişimiyle çıkılabilir diye düşünüyorum. faruk bey “diren gezi gençliği” diyerek şahane bitirmiş yazısını. daha çok “gezi”lere ihtiyaç var. biz mahallede örgütlenmeye başladık bile kediler olarak. belediye başkanımızı merkezi olarak değil kendimiz kendi yerelimizde, kendi zamanımızda, kendimiz yapacağız:) miyawwwwwwwwwvvvvv:)
|
|