MENÜ
İstanbul 14/20
Airkule
PAYLAŞ 
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
HAVACILIĞIN ANEKDOT ESPRİ VE FIKRALARI-II
Osman Gazi Baykal
YAZARLAR
29 Temmuz 2021 Perşembe

HAVACILIĞIN ANEKDOT ESPRİ VE FIKRALARI-II

Sözel toplumumuzun bir parçası olan havacılık ailesi de bir sürü hoş anekdot, anı, öykü ve fıkralara sahiptir. Yaşandıktan sonra paylaşıldığında ya da daha sonraları hatırladığımızda, içimizi ısıtarak gülümseten bu anılar, fıkralar, anekdotlar ve öyküler çok güzeldir.

Onların unutulmasını ancak yazılı hale getirerek engelleyebileceğimizi ve sonraki kuşaklara aktarabileceğimize inananlardanım.

Henüz tamamlanmamış, ucu her zaman açık olan bu derlemede, havacılıkla ilgili, humor yanı olan her türlü anı, öykü, anekdot ve fıkrayı sizlerden beklemekteyim.

Söz uçar, yazı kalır!

                                                          ******

Necmi Şen’den: Günlerden bir gün Karadenizli uçuş okuluna gider ve “Ha ben uçmak isteyrum, sonra da bu aletten alacağum da” der. Görevli öğretmen pilot görmesi gereken dersler, sınavlar ve uçakla zorunlu uçması gereken süreleri kendisine söyleyince “Ha ben uzun yol gemi kaptanıyım. Binlerce tanitololuk cemileri kullanurum, ha bu ufacık şeyi iki saatte öğrenirim” diye cevap vermiş…

Küçük İskender: Şair, havaalanı terminali girişinde kontrol x-ray cihazından geçerken öterek ikaz verince güvenlik görevlisine, “Birincisinde ötmedi bu niye böyle?” diye belli belirsiz mırıldanır. Şairi duyan görevlinin yanıtı ise ilginçtir: “Çok keskin mısralarınız var, ondan ötüyor olabilir” der.

Anonim: Adam yaz sıcağında tarlasını çapalıyor, kan ter içinde didinirken yanında gezinen küçük oğlu “Bubaaa! Tayyare geçiyor” diye bağırarak, işaret parmağı ile gökyüzünü göstermiş. Adam başını bile kaldırmadan bezgin bir sesle cevap vermiş: “Elleme oğlum, geçsin.”

Refik Halit Karay: II.Dünya Savaşında bir hava saldırısından sonra resmi Nazi Hükümeti açıklaması: “İngiliz ve Amerikan uçakları dün gece memleketimiz üzerinde bir akın yapmışlar, her zamanki gibi savunmasız siviller üzerine bombalar atmışlardır. 300 uçankale düşürülmüş, 50 tanesi de üslerine dönemeyecek şekilde tahrip edilmişlerdir. Bizim uçaklardan hiçbiri zarar görmemiştir.” Ve açıklamaya şöyle bir ilave vardı: “Bir şehrimiz eksiktir…”

Turgay Noyan’dan: İlk hostesimiz Adile Tuğrul, Gaziantep yolcularından birisinin emniyet kemerini bağlayamadığını görünce yardım etmeye çalışır. Tarifle kemerini bağlayamayan yolcuya bu kez Adile Hanım müdahale ederek kendisi bağlamak için adamın beline doğru eğilir. Bu kez Gaziantepli acayip bozulur. “De get bacım elleşme. Tövbe, tövbe estağfurullah! Bir avrat bizim kemerimize el sürebilir mi?” demiş…

İnternetten: Yolcunun biri havaalanında check-in kuyruğundakilerin önüne geçip görevliye kimliğini uzatıp bilet işlemlerini yapmasını ister. Görevli “Lütfen kuyruğa girin beyefendi” deyince “Sen benim kim olduğumu biliyor musun?” deyince bu kez görevli “Bir dakika efendim” der. Eline mikrofonu alır. “Burada kim olduğunu bilmeyen birisi var, tanıyan varsa lütfen gelsin alsın” diye anons eder…

Necdet Kutbay’dan: Eskişehir Hava Şehitliğine daha girişte sağdan ilk mezar taşındaki yazı çok ilginçtir: “Ütğm. Nuri Ölmez.” Bu çarpıcı ifade, kişide doğanın bize paradoksal olarak bir şeyler anlatmak istediği izlenimi uyandırmaktadır…

Devir Dergisinden (Sayı: 16 Şubat 1973): Sibirya üzerinde uçan bir Sovyet yolcu uçağında aşırı içki içen üç yolcu birbirleriyle kavgaya tutuşunca ortalık karışmıştı. Kavgacılar diğer yolcuları da yumruklayıp etrafa tehditler yağdırınca, durumdan pilotlar haberdar edilmişti. Uçağın kaptanı yolculara yerlerine oturup kemerlerini bağlamalarını anons edip ardından, baş döndürücü akrobatik manevralara başlamıştı. Sarhoşlar uçağın içinde savrularak perişan olup külçe gibi yere yığılmışlardı. Uçağı en yakın meydana indiren kaptan sarhoşları polise teslim etmişti. Pravda gazetesinin haberine göre sarhoş yolcular mahkemede üç yıl hapis ve çalışma kampı cezasına hüküm giymişlerdi.

Christine Negroni’den: 11 Eylül saldırısından sonra tüm sivil havacılık dünyasında -ilk yolcu binişinden önce, son yolcu indikten sonrasına kadar- kokpit kapısının kilitli kalması yasağı konulmuştu. Bu yasak konulmadan önce bir pilot inişi tamamlayıp köprüye yanaştıktan sonra şöyle bir anons yapar: “Baylar, bayanlar varış noktasına hoş geldiniz. Yolculuğunuzun güvenli kısmı burada sona ermiştir…”

Hüseyin Kargı’dan: 1990'lı yıllarda THY'nin yan şirketi olarak faaliyete başlayan T.H.T (Türk Hava Taşımacılığı), İngiltere’den kiralanan çift motorlu turboprop ATP tipi uçaklarla iç hat (Feeder line) uçuşlarına başlamıştı. Operasyon merkezi Ankara Esenboğa olup İngiliz-Türk ekipler karışık uçuyorlardı. ATP uçakları sık sık arıza yapıp seferlerde büyük aksamalar oluyordu. T.H.T yöneticileri arızalardan o kadar bıkmıştı ki, kurban keserek arızaları önlemeye çalışmışlardı! Kurbanlık koç, süslenerek aprona getirilir. Apronda ATP uçaklarının önünde tüm personel toplanır. Dualar edilip kasap bıçağını hazırlarken grup içindeki durumu anlayamayan İngiliz kaptan yanındaki Türk meslektaşına neler olduğunu sorar? Kaptanımız arızaların azalması için koçun kurban edileceğini anlatır. Durumu yine tam olarak anlayamayan İngiliz kaptan bir süre düşündükten sonra meslektaşına “Zavallı hayvanın ne suçu var, arızaların asıl sorumlusu O!” diyerek İngiliz teknik ekibin şefini göstererek konuşmasını sürdürür: “Arızaların bitmesi için illa birisini kesmeniz gerekiyorsa onu kesin” der.

Ali Yıldız’dan: Türk Hava Kurumu, Türkkuşu planör, paraşüt öğretmeni ve test pilotu Ali Yıldız, 1939 yılında bir planör uçuşunda Afyon-Sandıklı civarındaki bir köyün yakınına iniş yapar. Bir süre planörde kalan Ali Yıldız, çevresindeki köylülerin yakınına gelmemesine şaşırır. Planörden inerek onlara yürür. Buluştuktan sonra niye yanına gelmediklerini sorar? Cevap olarak yaşlı bir köylünün bağırarak köye doğru koştuğunu görür. Koşan köylü “Aman Allahım, bu Zümrüd-ü Anka kuşu. Beni kapacak!” dediği için herkesin korktuğunu söylerler.

Ali Yıldız’dan: Kış günü Ankara’dan İnönü’ye çift kanatlı Gordon tipi uçakta baş makinistle birlikte dönerken kar tipisine yakalanınca Mihalıççık civarındaki bir köyün yakınına inerler. Uçakta arkadaşlarının siparişi onbeş tavuk ve bir de bal kabağı vardır. Birazdan köyden merak edenler gelirler. Ali Yıldız’dan köylülerin bir ricası olur: Doğuştan kör olan birisi, uçak seslerini hep merak ettiği için elleriyle dokunarak incelemek istediğini iletirler. Sonuçta talebi yerine getiren kör kişi, tüm uçağı elleriyle yoklarken tavuklar gıdaklamaya başlayınca şaşkınlıkla sorar “Hemşerim siz pazardan mı geliyorsunuz?” Soruyu cevaplayan Ali yıldız “Bu vaziyette cepheden gelinmez ya?” deyince herkes gülmeye başlamıştı.

Karayolunda Airbus A-300 ile Taksi Kazası: Hurdaya çıkan A-300 tipi yolcu uçağı, 1996 yılında İstanbul Florya semtinde karayolunda çekilirken bir taksi çarpar. Gazeteci olay mahallinde taksi şoförüne sorar: “Kaza nasıl oldu?” Şoför “Yolda normal gidiyordum, müşteri –Uçak geliyor dedi.” Muhabir “Eee siz ne yaptınız?” Şoför “Uçak geliyor deyince sen ne yaparsın? Havaya baktım. Ne bileyim meğer yoldan geliyormuş.”

Kaptan X: Yıllar önce THY'nin uçuş ekiplerine son derece yardımsever ve sıcak davranan Hacı lakaplı Diyarbakır istasyon görevlisi, yine bir uçuş öncesi kokpit ekibine yolcu ve yük raporunu vermek için uçağa gelir. Kokpite girmeden önce el telsizini ön galley’de kapağı açık olan fırının içine koyar. Daha sonra bazı yolcu problemleri nedeniyle, uçağın gecikmemesi için telaşla uçağı terk eder. Problemler çözüldükten sonra uçak kapılarını kapatıp motorlarını çalıştırarak piste yönelir. O esnada kabin görevlileri fırından “kızım, kızım” seslerini şaşkınlık ve yarı korkuyla duymalarına rağmen uçak kalkışa başladığı için yerlerinden kalkamazlar. Uçak yerden kesilip emniyetli yüksekliğe ulaşınca galley’den devamlı gelen “kızım, kızım” seslerinin kaynağını araştırırlar. Fırının kapağını açınca yerden başka bir el telsizi ile sürekli arayarak devamlı yayın yapan Hacı’nın telsiziyle karşılaşırlar…

Ahmet Rasim’den: Yazarın 1927 yılında yayımlanan “Şehir Mektupları” isimli kitabında yer alan bir ortaoyununda Pişekârın ağzından aktardıkları çok ilginçtir. Karagümrüklü Hamdi rüyasını anlatır: Evden işe giderken yanına baba yadigârı birkaç yerinden yamalı şemsiyesini alır. Biraz ilerleyince önce rüzgâr şiddetlenir ve ardından yağmur başlar. Ancak kendisinde hafiflik hissedip ne oluyor diye etrafına bakınırken ayaklarının yerden kesildiğini fark eder. Yükselerek uçuşuna devam ederken mahalle aralarındaki sokakların çarpıklığını, evlerin viraneliğini ekler. Gittikçe yükselen Hamdi’ye kuşlar yarenlik ederken bir akbaba “Sen de gel, yorulursan kanatlarımızın üzerine alırız!” teklifini yapar. Bu esnada şemsiyesinin yamaları çözülmeye başlayınca yavaşça alçalışa geçerken bu kez turnalarla konuşur. Alçalışa devam eden kahraman, Beyazıt Meydanını kat ettikten sonra sur dibinde irice bir lahananın göbeğine iniş yapar… Derken rüyasından uyanan Hamdi karısının bir bardak su vermesiyle kendisine gelir.

Ahmet Ölçer’den: Gazeteden otomobil kazasıyla ilgili haberi okuyan kadın, pilot kocasına sorar: “Neden otomobil kazaları, uçak kazalarından çok oluyor acaba?” Bir süre düşündükten sonra pilot koca cevap verir: “İki nedeni var. Birincisi kadınlar pilotların yanında oturup çene çalamazlar. İkincisi akıllarına estikçe sarılıp, pilotların önlerini ve aletlerini görmelerini, rahat hareket etmelerini engellemezler.”

Ahmet Ölçer’den: II.Dünya savaşından sonra hangarların içindeki kargalarla mücadele edilirken, öldürülenler iplerle hangarın değişik yerlerine asılarak diğerlerini korkuttuğu varsayılırmış. Ünlü Amerikan Marshall yardımının denetlemesi için birliğe ani ziyarette bulunan Amerikan askeri heyet, hangarı gezerken iplerde asılı ölü ve uçuşan canlı kargalara hayretle bakıp sormaktan kendilerini alamazlar! ABD generali “Bunlar nedir, burada mı yaşarlar?” Alay komutanı “Bunlar karga kuşudur ve yuvaları burasıdır.” ABD generali “Peki görevleri nedir?” Alay komutanı “Haber kuşlarıdır.” ABD generali (İnanmış görünüp, asılı kargaları işaret eder) “Bunları neden astınız?” Alay komutanı “Maalesef, bu kargalar bütün direktiflerimize rağmen yanlış haber getirdikleri için onları idam ettik…”

Tarık Gökeri’den: II. Dünya savaşının içinde İngiltere’de pilotaj eğitimi gören Türk havacı subaylarından birisi yalnız uçuş görevinde havada kaybolur. Uzun süre meydanını bulamayan uçucu, yakıtının kritiğe düşmesi üzerine gözüne kestirdiği çimenlik sahaya zorunlu iniş yapar. Uçağı yavaşlayınca saha kenarında baraka görüp oraya taksi yapıp motoru durdurur. Havada kaybolduğu için biraz burukluk yaşamasına rağmen baraka önünde birkaç arkadaşını görünce onların da kaybolduğuna hükmederek içi rahatlar. Arkadaşlarına yaklaşarak “Ne tesadüf sizde mi kaybolup aynı yere ininmişsiniz” deyince arkadaşları kahkahalara boğulur. Kendi meydanına iniş yaptığının farkına ancak sonradan anlaması uzun süre arkadaşlarının takılmasına neden olur.

Tarık Gökeri’den: Uçuştan sonra filo gazinosuna giden öğrenci pilot, arkadaşına “Öğretmenimiz çok dindar biri galiba” deyince arkadaşı merakla “Nasıl Anladın?” diye sorar. “Uçağımız virildeyken irtifamızı sorduğunda verdiğim cevapları duyunca Aman Allahım! Aman Allahım! diye söylenip durdu. Hele inişten sonra elleri havada dua edişini görmeliydin!”

Tarık Gökeri’den: Balıkesir meydanında kalkış yapan uçağın pilotu birden pist üzerinde köpeklerin dolaştığını görünce hemen telsizden “Hoşt! Hoşt!” diye bağırarak içgüdüyle köpekleri kovmaya çalışır. Ancak aynı frekansta olan başka bir uçucu “Köpekler bu kanalda değil, ikinci kanala geçin. “ ikazını yapıştırır…

Avni Kandemir’den: 1943 yılında İngiltere’de pilotaj eğitimi gören bir Türk havacı o günlerde henüz 18 yaşında olan günümüzün İngiltere kraliçesi Elizabeth’i çok beğenip talip olur. Olay arkadaş çevresindeki şakalaşmaları aşıp İngiliz hocalara ve yöneticilere kadar ulaşmıştır. İngilizler Türk havacıya “Prenses Elizabeth ileride İngiltere kraliçesi olacaktır. Hanedan üyelerinin evleneceği kişilerde asalet aranır, sıradan insanlarla evlenemezler” denilince gururuna dokunur. “Ne olacak yani? O, prenses ise ben de Dük Dö Bozöyük’üm” der.

Ahmet Çörekçi’den: Öğrenci pilot yalnız uçuş görevini tamamladıktan sonra inişe gelir. Son yaklaşmada keleden “Lütfen biraz ileri oturun” talimatı gelir. Bunu uçağın piste oturma noktası yerine yanlış yorumlayan öğrenci pilot “Bu da ne demek, üstelik son yaklaşmada?” diye mırıldanmasına rağmen sandalyesini biraz öne alır. Aynı esnada “Kule benim geride oturduğumu nasıl görebiliyor, hayret!” diye kendi kendine söylenir…

İsmet Tayanç’tan: T. Hava Kuvvetleri 1950 yıllarında iki adet dörtlü B-26 invader uçağı Kars merkez olmak üzere Rusya sınırında gösteri uçuşu planlanır. Uçaklar planlandığı şekilde uçuşa başlarlar. Uçuşu takip eden radar ve diğer dinleme görevlileri daha sonra pilotların kendi aralarındaki konuşmalara anlam veremezler. Çünkü ifadeler çok ilginçtir: “Allah Allah bizim Kars meydanında da mı uçaklarımız var mı, ne büyük gizlilik?” Uçuş sonu ekipler yerde kendi aralarında hararetli konuşmaların sonucu durum anlaşılır. Hava parçalı bulutlu olup, B-26 uçakları Kars meydanı yerine sınırı kat edip Gümrü meydanı üzerinde alçaktan iki tur atınca Rusların Mig uçakları önlemeye kalkmışlar, Türk uçakları durumu fark edince hızla alçaktan uçarak geri dönünce Rus avcı uçakları takipten vazgeçmişlerdi. Ancak uçuştan sonraki günlerde Rusya ile Türkiye arasındaki nota trafiğini idare etmekte diplomatlar zorlanmıştı…

Kaya Konakkuran’dan: T-6 tipi eğitim uçağıyla alet uçuşunda uçuş öğretmeni, birkaç kez öğrenci pilota aletlere dikkat etmesini ikaz ediyor. En son ikazda sıkılan öğrenci, biraz da hocanın hatalı ikazda bulunduğunu hatırlatır biçimde “Bakıyorum hocam” der. Ardından öğretmen pilot kendi lehçesiyle: “Oğlum camına çerçevesine pakmıyacan, ipresine bakacan...”

Aydoğan Koç’tan: “Günümüzde insanoğlunun aerodinamik ve akışkanlar mekaniğinde ulaştığı bilgileri göz önünde tutarsak, yaban arılarını uçarken değil, kanatları çok küçük olduğu için ancak yürürken görebilirdik. İyi ki bu bilgiyi onlara kimse şimdiye kadar iletmemiş! Çünkü bu sevimli, küçük ve tombul yaratıklar, hiçbir olumsuz yoruma aldırmadan uçuşlarını gayet normal bir şekilde sürdürebilmektedirler.”

Bahattin Adıgüzel’den (Amatör ve Sportif Havacılık Kitabından): 1997 yılında I. Dünya Hava Oyunlarının Ankara Hipodromu’ndaki açılış törenleri esnasında bir çocuk, TRT nin duayen sunucu-spikerlerinden Jülide Gülizar’a “İstikbal göklerdedir ne demek?” diye sorar. O da hiç beklemediği bu soru karşısında şaşırarak etrafına bakıp “Sen İngilizce biliyor musun?” diye sormuş. Çocuk “Evet” deyince hipodromdaki büyük pano üzerindeki Türkçe ve İngilizce yazıları göstererek, “Şu karşıdaki İngilizce cümleyi [The Future is in the sky ] okur musun?” deyince, çocuk “Ohh, şimdi anladım.” demiş…

Ayla Özkan’dan: Atatürk havaalanı dış hatlar terminalindeki bir dükkânın satış elemanı, sıradaki erkek müşterisine “Hoş geldiniz. Ne isterdiniz?” diye sorduğunda, elindeki ürünleri gösterir. Yine eleman erkek müşterinin arkasındaki kadın müşteriye “Sizin ne vardı?” diye sorunca gözleriyle önündeki erkeği göstererek birlikte olduklarını anlatmaya çalışır. Akabinde dükkândaki üçüncü kişiye “Peki siz ne istiyordunuz?” diye sorunca o da elindeki ürünleri satış görevlisine doğru uzatarak gösterir. Satıcı dayanamaz “Sizler, üçünüz de Türk’sünüz değil mi?” diye sorunca hepsi kafalarını sallamış…

Ayla Özkan’dan: Yolcuların havalimanı çalışanlarına sordukları tuhaf sorular:

-Ben bol sütsüz kahve alabilir miyim?

-Meyvesiz meyveli muffin istiyorum.

-LCD televizyonumu uçağa gizlice nasıl sokabilirim?

-Kıymalı ama aynı zamanda vejetaryen pide istiyorum.

-Uçağım 228 nolu kapıda ama orası çok uzak. Uçağa 205’ten binebilir miyim?

-Pasaportumu kaybettim, kimliğimle uçabilir miyim?

-Uçağı 20 dakika geç kaldırır mısınız? Telefonumun şarj olmasını bekliyorum.

-Hindistan’ı arama istiyorum, telefon kodu nedir?

-Uçağımı kaçırdım. Uçak çok uzaklaşmadan, yolda yakalayabileceğim bir araç var mı?

-Uçağım kaçtı! Pilotu arayın hemen geri dönüp beni alsın.

-Uçağın lastiği inik görünüyor, pilota söyleyin o lastiği şişirsin.

-Uçağın el freni var mı?

-Bineceğim uçağın pilotu sarhoş değil, di mi?

-İlaçlarımı birbirine karıştırdım. Bu ilacı benim yerime içer misin? Sana bir şey olmazsa daha sonra ben içeceğim.

-Tut çocuğumu iki dakika. Ben sigara içip geleyim.

-Beş yaşındaki çocuğumu kaybettim. Çabuk git onu bul!

-Dükkânın içindeki dolapta saklanıp sigara içebilir miyim?

-Çok sıkıştım, tuvalet çok uzak. Dükkânınızın şu köşesinde tuvaletimi yapabilir miyim?

-Bol tuzlu karpuz istiyorum.

-Asitsiz cola istiyorum.

-Pilotun yanında uçmak istiyorum.

-Uçak korkum var. Acaba pilotla konuşsam uçağı şimdi değil de, akşama doğru uçurabilir mi? Korkum hafifleyene kadar havalimanında beklemek istiyorum.

-Çağırın pilotu, hemen yanıma gelsin!

-Türbülansa girmekten içim dışıma çıktı. Allah belanızı versin. Stajyer kaptan kullanıyor değil mi uçağı?

-Ne yani uçağa otobüsle mi gideceğiz. Otobüsle gitmek isteseydim uçağa binmezdim herhalde. Verdiğim paralar haram zıkkım olsun!

Rıza Çerçel’den: 1936 yılında Devlet Hava Yolları’nın Ankara Tayyare Meydanını ziyaret eden Atatürk’e gelecekle ilgili projeler aktarılır. Oysa meydanın mevcut durumunda çıplak arazi, bir kulübe, kenarları yabani otlar ve sazlarla çevrili iki kambur pist ve kömür cürufunun serpilmesiyle var olan taksi yollarıyla manzarası pek hazindir. Brifingden sonra Atatürk’ten şeref defterine anılarını yazıp imza atması rica edilir. Kalemi eline alan Atatürk çok uzun süre (neredeyse bekleyenleri bıktıracak kadar) düşündükten sonra sadece bir “K” harfi yazar. Defter ve kalemi geri verirken “Şimdilik bir “K” harfi kâfidir. Bana vaat ettiğiniz işler yapılıp bittikten sonra imzamın geri kalan kısmını tamamlarım.” demişti.

                                             *****

Osman F. Seden’in 1966 yapımı Düğün Gecesi filminde Zeki Müren ve Türkan Şoray’ın yan yana uçak içindeyken birden Zeki Müren’in “Durdurun şu uçağı, ineceğiz” demesinin ardından ekranda paraşütle atlamış iki kişi görüntüsüyle birlikte, Yeşilçam filmleri içinde ayrı bir yeri vardı.

                                             *****

Beklemekten Şişmek: II.Dünya savaşında İngiltere’de uçucuların uçak içinde uzun süreli kalkış emrini beklerken hissettikleri bezginlik ve sıkıntıyı “Cheesed off: motomot çeviri anlamıyla yanmış peynir” kalıbıyla tarif ediyorlardı. Bazılarına göre gerginlik içinde bekleyen uçucuların sürekli peynirli tost yiyip kelimenin tam anlamıyla sıkıntıdan patladıkları için bu ifade gelişmişti. Günümüzde havayolu pilotlarının yoğun trafikli meydanlarda motor çalıştırma iznini beklerken, artan yolcu hoşnutsuzluklarıyla birlikte sıkıntılı ve çözümsüz ruh hali için kullanılmaktadır. Ayrıca bazı ülkelerde “Browned off” veya “Dusted” (beklerken kavruldum veya toz tuttum) ifadeleri de söylenmektedir.

Yorum Ekle
Yorumunuz gönderildi
Yorumunuz editör incelemesinden sonra yayınlanacaktır
Yorumlar

   Bu yazı henüz yorumlanmamış...

Yazarın Diğer Yazıları
Sayfa başına gitSayfa başına git
Masaüstü Görünümü  ♦   İletişim  ♦   Künye
Copyright © 2024 Airkule